23 Mayıs 2010 Pazar

21 Aralık 2012: Kıyamet Aldatmacası

21 aralık 2012 Günü artık herkesin bildiği gibi, M.Ö. çok uzun bir süre hüküm sürmüş ve çok üstün bir toplum olarak kabul edilen hatta şu ana kadar bir çok kehaneti doğru olarak çıkmış(!) olan Maya'ların takviminin son bulduğu gün.

Peki nereden biliyoruz mayaların takviminin bu tarihte son bulduğunu?
Mayaların kalıntılarını bulmak üzere kazı yapan arkeologların araştırmalarında elde ettikleri maya takvimi sayesinde...

Evet, buraya kadar her şey iyi hoş ama bir şeyler ters gidiyor?! Çünkü 21 aralık 2012'de mayaların takviminin son bulduğunu gören arkeologlar; ''Şu ana kadar bu Mayaların bir çok kehanetleri doğru çıktı. Takvimlerinin bitiyor olmasının kesin bir tek sebebi olmalı! dünya'nın sonu geliyor!..'' diye bir tez ortaya atmışlar... Kötü haber tez yayılır misali, hızla yayılan bu haber de, bir çok fantastik edebiyat yazarına konu olmuş ve bu konu hakkında kıyamet senaryoları üretmeye başlamışlardır. Bunlardan en bilineni de bir çok yerde karşılaşılabilen(hatta bunun üzerine bir çok kitap yazılan) marduk diğer bir ismi ile Nibiru'nun dünya'ya çarpıp onu yok edeceği!.. bu savlarına kanıt olarak da NASA'nın dahi böyle bir gezegeni doğruladığını ve ona 2001 KX76 adını verdiklerini söylüyorlar...

Peki çok güzel kanıtı da vermişler ama bu kanıt illa doğru olmak zorunda mı? işte aldatmaca burada başlıyor.

NASA'nın sitesine girip güneş sistemindeki gezegenlerin yörüngelerini gösteren özellikte bir programda 2001 kx76 adını yazdığımızda karşımıza direkt olarak bu gezegenin yörüngesi çıkıyor. ama bu gezegen hiç de dünya'ya yakın değil!? Dünya ile Güneş arasında bile 1.00 au'luk* uzaklık varken, Dünya ile 2001 kx76 arasındaki 41.738 au'luk uzaklık heralde dünya'ya ne denli uzak olduğunu açıklayacak nitelikte.

Bir de tarihleri 21.12.2012 yaparak yörünge durumlarını incelediğimizde yine farklı bir sonuçla karşılaşmıyoruz. Her şey normal görünüyor. Hiçbir yaklaşma belirtisi yok. Yaklaşsa dahi(ki yaklaşamayacak kadar uzakta) Plüton'un uydusu Charon'dan biraz büyük bir boyuta sahip Kuiper kuşağında, plüton benzeri gezegenler sınıfında yer alan bu gezegen dünya'ya kıyameti getirecek kadar etki yapamaz. Hatta ateşten olsa dahi nokta kadar yer yakamaz...

İşte bir yazının daha sonuna gelirken, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın ne kadar yanlış bir şey olduğunu bir kez daha irdelemiş bulunduk. Şimdi hayata tekrar geri dönüp en azından 21.12.2012 de ölmeyecek gibi yaşamaya devam edebilirsiniz.

Bu arada olurda 21 aralık 2012'de ölürseniz sakın beni suçlamayın zira bu tamamen bir tesadüf olur. Tıpkı 21.12.2012 tarihinin müslümanlar için de kıyametin kopacağı gün olarak belirtilmiş Cuma günü olması gibi...
--------------------------------------------------------------------------------
*AU: Bir gökbilim terimi.
Güneş ile Dünya arasındaki uzaklık 1 AU olarak kabul edilir.

14 Mayıs 2010 Cuma

Atom Çekirdeğindeki Evren

Evren; gözle değil, mikroskopla dahi görülemeyecek cisimleri, bunların yanında büyüklüğü algılanamayacak kadar devasa yapıları dahi içinde bulunduran sürekli büyüyen, tahmini 13,7 milyar yıllık olan en, boy, yükseklik ve zaman gibi 4 boyutu dahi içinde bulunduran olgu; madde, karşı madde, karanlık madde ve karanlık enerjiden meydana gelmiş bir oluşum ve bu oluşum o kadar şey ihtiva etmesine rağmen kendi içinde o kadar düzenli bir yapıdadır ki insanı ciddi boyutlarda hayrete düşürebilir.

Öncelikle yaşadığımız gezegen olan Dünya'mızın da içinde bulunduğu Güneş sistemimizi inceleyelim... Güneş ve onun çekim etkisi altında kalan 8 gezegen(Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün) ile onların bilinen 166 uydusu, beş cüce gezegen (Ceres, Plüton, Eris, Haumea, Makemake) ile onların bilinen 6 uydusu ve milyarlarca küçük veya farklı gökcisminden oluşur. Bu gökcisimleri kategorisine; asteroitler, asteroit kuşağı ve kuiper kuşağı nesneleri, kuyruklu yıldızlar, göktaşları ve gezegenler arası toz girer.

Güneş sistemi; Güneş'i merkez olarak kabul ettiğimizde, 4 dünya benzeri iç gezegen, küçük, kaya ve metal içerikli asteroitlerden oluşan bir asteroit kuşağı, 4 gaz devi dış gezegen ve kuiper kuşağı denen buzsu cisimlerden oluşan ikinci bir kuşaktan ibarettir. Kuiper kuşağının ötesinde ise seyrek disk, gündurgun ve en son olarak da Güneş'in çekim etkisinde bulunan kuyruklu yıldızların bulunduğu sınırı pek belli olmayan oort bulutu bulunur.
Güneş'ten olan uzaklıklarına göre gezegenler sırasıyla merkür, venüs, dünya, mars, jüpiter, satürn, uranüs, ve neptün'dür. Bu sekiz gezegenin 6'sının çevresinde doğal uydular döner. ayrıca dış gezegenlerin her birinin toz ve diğer parçacıklardan oluşan halkaları vardır. Dünya dışındaki tüm gezegenler adlarını Yunan-Roma mitolojisi tanrılarından alır. Beş cüce gezegen ise; Kuiper kuşağında yer alan Plüton, Haumea ve Makemake; Asteroit kuşağındaki en büyük cisim olan Ceres ve seyrek diskte yer alan Eris'tir. Eris bilinen en büyük cüce gezegendir.İşte tüm ayrıntılarıyla Güneş Sisteminin kendi içinde belli başlı kuvvetlerle oluşmuş, Kepler Yasası vs. ile açıklanmış belli bir düzeni var ve bir çok gök cismini içerisinde barındırıyor.

Biliyoruz ki güneş de bir yıldız; gökyüzüne bakıp da gördüğümüz milyonlarca yıldızdan sadece biri... Her bir yıldızın çevresinde de Güneş sistemine benzer olan oluşumlar var; yani o yıldızın etrafında dönen gezegenler, onların uyduları, asteroidler vs... bir de bu yıldızların milyarlarcasının, pulsarlarların, karadeliklerin, nebulaların,kuazarın, vs. daha bir çok gök cisminin; merkezinde bulunan birden çok karadelik veya çok büyük bir kuazar ile devasa bir çekim gücü oluşturarak bu milyarlarca gök cismini sürekli kendisine doğru çeken hatta onları belli bir yörüngede tutan galaksi(gökada) denilen bir başka gök cismi mevcut. Bizim içinde bulunduğumuz galaksinin ismi de Samanyolu...

Bu galaksi denilen gök cisimleri de birbirlerinden milyonlarca hatta milyarlarca ışık yılı uzaklıkta olmalarına rağmen birden çok galaksi de bir araya gelerek bir Galaksi Kümesini oluştururlar.(Samanyolu ve 24 irili ufaklı farklı galaksinin de içinde bulunduğu galaksi kümesine de yerel küme adı verilmektedir.)

Galaksi kümeleri de bir araya gelerek devasa bir oluşum olan Süper Galaksi Kümesini oluştururlar.

Bu Süper Galaksi Kümeleri bile yapılan araştırmalara göre rastlantısal değil de, izdüşümsel şekilde kağıda çizildiğinde bir örümcek ağınının ana hatlarını oluşturmuş şekildedirler. Süper Galaksi Kümeleri de, örümcek ağına benziyorsa şayet; bu demek oluyor ki Büyük Patlamaya(Big Bang) sebep olan evrenin çekirdeği sayılabilecek bir parçacığın etrafında dönüyor olabilirler... Tabi bu çekirdek de, malesef ki gerçekte hem var hem de yok. Şöyle ki, bir balon düşünelim başlangıçta iki boyutu var yani düzlemsel, bunun orta noktasına bir çarpı işareti koyalım ve şişirmeye başlayalım, işte o şişirme anında balon sürekli genişliyor yani evren gibi ve balonun çarpı koyduğumuz yeri de merkez olsa bile evrenin aslında dışarısında kalıyor...

Görüldüğü üzere mükemmel bir düzene sahip olan bir evren var ve de sürekli genişlediği biliniyor. o zaman da insanın aklına şu soru geliyor; evrenin dışında ne var?.. Hala daha cevaplanamayan bu soruda değişik şekillerde yorumlanabilir tabi ki. Ancak 3 boyutlu evren o kadar garip ki, ışık hızında giden bir uzay aracında içinde, x doğrultusunda sürekli aynı yönde hareket etsek uzun bir süre sonra olsa dahi yine de başladığımız noktaya geri döneriz. Bu da bize aslında evrenin dışına çıkmak yerine aynı noktada etrafında tıpkı dünyanın çevresini turlarmış gibi daire şeklinde döndüğümüzü kanıtlar. Yani evrende bir küre ama dışına çıkılamayacak kadar derin... doğal olarak da insanoğlunun dışını göremeyeceği kadar sonsuz diyebiliriz.

Laf lafı açar misali, konu da konuyu açıyor ya neyse; ''madem bu evren bir küre, o zaman bunun dışındaki şey ne?..'' Yoksa karanlık madde mi var? Henüz kesinleşmese de büyük ihtimal öyle; varsayılan diğer evrenlerle, evrenimizi birbirinden uzak tutan karanlık madde... Ya da yıldızlararası toz bulutu misali bir evrenler arası toz bulutu olabilir, kimbilir...

Evrenin bir dışı olduğuna göre, başka evrenler neden olmasın? Bu konu için de, 21. yüzyılın bilim adamı, yaşayan efsane Profesör Stephen Hawking'in çalışmalarından bir cevap bulunabilir.
- Stephen Hawking'in çalışmalarını bazı kimseler bilim kurgu olarak algılasa da, en iyi bilim zaten kurgulanmış olan değil midir zaten?-

M Teorisi’ne göre, evren 2 boyutlu bran'larla kaplı. Bu branlar için üç boyut, bran’ların frizbi plakları gibi, içinde oradan oraya uçtukları ve hiç birbirlerine çarpmayacakları büyüklükte bir hiper uzay. Üç boyutlu kütlecikler hiç fark edilmeden dört boyutlu bir uzaya, dört boyutlu kütlecikler, beş boyutlu bir uzaya vb. giriyorlar. S. Hawking, bu noktada kendi kendine şu soruyu sormuş: ''Üstünde yaşadığımız Dünya nasıl yorumlanmalı?'' Yanıtını ise şöyle vermiş: ''Bizim gözlemleyebildiğimiz evren, belki de hiper uzayda süzülen üç boyutlu bir bran’dan öte bir şey değil ve evrenimiz bu uzayın içinde yalnız değil. Çünkü, sürekli yeni evrenler, yeni bran’lar doğuyor. Matruşkalar misali içiçe...

Fizikçiler, bu olaylara kuantum fluktuasyonu adı veriyorlar. Hawking, böyle bir kuvant oluşumunu, kaynayan sudaki hava kabarcığı oluşumuna benzetiyor. Bu kabarcıklardan bazıları patlıyor, bazıları da içinde bulunduğumuz evren gibi esneyerek genişliyor.
Bilim adamı, sürekli bir üst boyuta geçen branlar’la ilgili, insanın başını döndüren bu varsayımı biraz daha somutlaştırabilmek için, hologram örneğini veriyor: Hologramlarda, doğru açıdan bakıldığında, iki boyutlu bir yüzeyde, üç boyutlu bir nesnenin görüntüsü fark ediliyor. Başka bir deyişle, daha yüksek boyuttaki bilgiler, daha düşük boyuttaki bir oluşumun içine kodlanıyor. Öyleyse, üç boyutlu dünyamızda gerçekleşen her şey, aslında daha yüksek boyutlu bir dünya tarafından üretilmiş olabilir mi? Ya da bir paralel dünyanın sadece yansıması olabilir miyiz?
Hawking’e göre bu soruların yanıtı; Evet!

Stephen Hawking başka bir yazısında da karadeliklerden solucan delikleri ile akdeliklere çıkılabileceğini yazmıştı. Bir nevi zaman makinesi... evrenler arası geçiş olayı; yani paralel evrenler var. Bizim yaşadığımız evrenimize alfa dersek bu bir küre şeklinde ne idüğü belirsiz bir şey içerisinde (belki de üç boyutlu bir bran içerisinde) alfa benzeri bir sürü başka evrenler olabileceği için karadelikler ve akdeliklerden evrenlerarası geçişte hiç mantıksız olmasa gerek.

Peki evrenin haritası çıkartılabilir mi? konuyla alakalı olarak bir hikaye var, paylaşayım aklıma gelmişken biraz daha heyecan katalım olaya...
Bir kozmoloji profesörü evrenin haritasını çıkarmaya çalışmış ve en sonunda başarmış. bu başarısını en yakın arkadaşı olan kimya profesörüne söylemeye gittiğinde, profesörün duvarında asılı duran bir haritayı gördüğünde çok şaşırarak sormuş.
- ne? nasıl yani? sen nasıl oluyor da evrenin haritasını çıkartabiliyorsun?
kimya profesörünün de cevabı gayet etkileyici;
- o evrenin haritası değil ki, atomaltı parçacıklarının elektron mikroskobundaki fotoğrafı...

Evet, ilginçtir ki evrenin haritası, atomaltı parçacıklarından daha küçük taneciklerin mikroskop altında görüntüsü ile aşırı bir benzerlik içerisindedir. Görüldüğü üzere aslında evren ne kadar büyük olsa dahi; bir atomaltı parçacık kadar da küçük olabilir!.. Tıpkı matruşkalar gibi sürekli içiçe geçmiş bir düzen... atomaltı, çekirdek, atom, vb. ...peki ya neyin atomu?

Hazır benzerlikten konu açılmışken, bir nöron ile evren arasındaki benzerlik...
Acaba herkesin aklında nöron sayısı kadar evren mi var? insan beyninin bilgi alma kapasitesi bu yüzden mi uçsuz bucaksız?..

Yazıma burada son verirken, aradığımız sorulara cevap verelim derken Lost dizisi mantığı misali daha çok soru oluşturup sizi de farklı şeyler hakkında düşünmeye zorladığım için kusura bakmayın, evren böyle sofistike bir yapı işte, içinde olup onu algılayamamak; tıpkı insanın içinde bulunan ruh gibi; O var ama nasıl bir şey olduğu hakkında hiçbir şey bilmiyoruz...

Yakamoz - Denizin Ateş Böcekleri

Noctiluca scintillans adlı ufacık tefecik ama içi biyolüminesans* maddesi ile dolu olan plankton*ların deniz yüzeyinde adeta bir floresan lamba yanıyormuş gibi oluşturduğu etkidir. Adeta doğanın insana sunmuş olduğu müthiş bir görsel şölendir.

Bir çok kişinin yanlış bildiği bu doğa olayı, sanıldığının aksine Ay'ın deniz üzerinde oluşturduğu bir etki değildir. bilakis ay, yakamoz ışığının görünürlüğünü azaltarak onunla negatif bir etkileşim içerisindedir.

Yakamoz Nasıl oluşur?
Yakamozun oluşma mantığı şöyledir; Noctiluca scintillans adlı plankton türü, geceleri vertikal göç* hareketi yaparak beslenmek amacıyla denizin pelajik* bölgelerine çıkarlar. bölgeden geçen balık sürülerinin veya gemilerin de farketmedikleri küçüklükteki (200 - 500 mikronmetre) bu canlılara çarpmasıyla, biyolüminesans maddelerini devreye sokan planktonik organizmalar, çarpmanın etkisine tepki olarak etrafa ışık saçarlar. İşte tam bu anda da deniz yüzeyinde sanki Ay'ın ışığı denize yansıyormuş gibi beyazımsı bir çizgi şeklinde görüntü ortaya çıkar. İşte bu özellikleri sayesinde, Noctiluca milliaris'ler denizin ateş böcekleri
olarak da anılırlar.

Yıllardır; onlarca şaire, şarkıcıya konu olmuş yakamozun böyle bir karmaşık bir olay örgüsü sonucunda oluştuğunu ve olayın görünen kısmının bu kadar romantik bir hava oluşturabileceğini kim tahmin edebilirdi ki...
----------------------------------------------------------------------------------
*Biyolüminesans: canlı bir organizma tarafından kimyasal bir reaksiyon esnasında kimyasal enerjinin ışık enerjisine dönüştürülerek ışık üretilmesi ve ışık yayılmasıdır.

*Plankton: Suda serbest halde yaşayan, hareket organelleri olsa bile sınırlı hareket edebilen ve bu nedenle su hareketlerinin etkisiyle az çok pasif olarak yer değiştiren tüm canlı organizmalara verilen addır. Geneli mikroskobikte olsa makro boyutlarda olanları da mevcuttur.

*Vertikal Göç: Işığı sevmeyen planktonların gece saatlerinde, beslenmek için derin sulardan yüzey sularına dikey şekilde hareket etmeleri olayı.

*Pelajik: denizi, zeminden yüzeye kadar tabakalara ayırdığımızda en üstte kalan kısmı.